Hazırlıklı değildik, istekli hiç değildik. Birdenbire, sevdiklerimize “görüşürüz” der ve bir sonraki hafta için planlar yaparken kalakaldık. Bizi saran korku bulutunun yanına ne yapacağını, ne olacağını bilememenin, öngörülemezliğin çaresizliği de eklendi. Okullar kapandı, iş yerleri kapandı, çocuk yuvaları kapandı, biz evlere kapandık.
İlk şoku atlattıktan sonra ilk nefesimizi de aldık. Derin bir nefes. Hatta bir “oh” çektik. “Ne çok koşturuyormuşuz, bunları ne zamandır yapmak istiyordum, şimdi kitap okuyabilirim, erken kalkmaktan yorulmuştum…” dedik. Evde çocukla kalmak ebeveynliği de yeniden sorgulattı bize. Birçoğumuz çocuğumuzla ne kadar az paylaşımda bulunduğumuzu, sevgi ihtiyaçlarından ne kadar habersiz olduğumuzu, çocuğumuzu günde bir-iki saat görüp o zamanı da huzur ve keyifle geçirmek yerine çatışma ve emrivakilerle geçirdiğimizi fark ettik. Evden çalışmak, evden okul gibi belki de daha önce imrenerek baktığımız kavramları da yeniden sorgulayıp zorluklarını deneyimlerek imrendiklerimizi, dileklerimizi yeniden gözden geçirdik. Tabii en çok da düşünüp sorgulamaya zaman bulduk.
Soru sormaya bile zaman bulamadığımız için cevapların peşine de düşmemişiz. Oysa biz hızlı tempoyla koşarken neler değişebilirmiş hayatımızda. Rutinimiz değişti evde. Mesela rahat rahat kahvaltı yaptıktan sonra metroya, otobüse değil, bilgisayarın bulunduğu odalara koştuk çalışmak ya da derse katılmak için. Çocukların derslerinin, etkinliklerinin, bizim çalışmaya devam edebilmemizin koşulu olan bilgisayar ve internet bağlantısı hayatımızı başka şekilde kurgulamamızın da ön koşulu oldu. “Başka bir dünya mümkün” diyerek yola çıkan, bireysel özgürlüklere ve insan haklarına bakışın neredeyse bütün dünyada değişmesini sağlayan 68 kuşağı gibi, biz de başka bir okulun, başka bir çalışma hayatının, giderek yok olmaya başlayan aile hayatının başka şekilde düzenlenmesinin mümkün olduğunu gördük. Avusturya’da 1774 yılında askeri sistemden yola çıkılarak Maria Theresia tarafından oluşturulan okul sisteminde 1918 yılında Otto Glöckel tarafından yapılan reformandan beri çok az yapısal değişikliğe gidilmiş. Mevcut sisteme insan yetiştirmek amacıyla kurulan okulların bundan 100 yıl önceki toplumsal sistemi, düşünce ve yaşam şeklini, insani ilişkileri ve teknolojik gelişmeleri baz alarak bugünkü sistemde ihtiyaç duyulan yaratıcı ve çözüm odaklı düşünen gençleri yetiştirmesi mümkün mü? Yığınla bilgi yüklenen, saatlerce sessizce dinlemesi beklenen ve kendini ifade etme fırsatı bulamayan çocuklar için arkadaşlarıyla sosyalleşmek dışında bir çekiciliği kalmayan okul binalarının işlevini yitirdiğini de gösterdi bize Korona.
Hızla her şey dijitalleşirken, çocukların yaratıcılık ve düşünme yetilerini en çok geliştiren üç alanın takım sporları, sahne sanatları ve el becerisi olduğu, öğrenmenin yolunun deneyimlemekten, uygulamaktan geçtiği bir çok uzman tarafından senelerdir tekrarlanıyor ancak görmezden geliniyordu. Okul sistemini, ders içeriklerini ve bu içeriklerin aktarılma şeklini, çağın ve insanın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemenin acilen gerekli olduğunu anlamak için bu arayı vermek ve okul binasına, panik halinde oradan oraya koşturmaya, zamansızlığa dur diyerek mesafe almak bizim için acilen gerekliymiş. Evde kalarak doğanın nefes almasını sağladık. Ona verdiğimiz zararı gördük. İnsanın doğasına da nefes aldırmaya geldi sıra. Hem eğitim sistemini yeniden yapılandırmak, çalışma hayatımızın ailemizle geçireceğimiz zamandan önemli olmadığını görmek hem de çocuklarımıza çocukluklarını geri vermek için itaatkar değil talepkar olmamız gerekiyor. Mutlu çocuklar hem bugünün hem yarının umududur çünkü.